20 Ağustos 2010 Cuma

Bundan Ne Çıkar Bilmiyorum...

neyi kaşıdığımın pek farkında değilim.
kaşıdığım şeyin beni nereye götüreceğinden de pek emin değilim.
yine de son zamanlarda avrupanın milattan sonra 500-1600 yılları arasına kafayı sarmış haldeyim.
sarma sebep listemin bir numarasında o tarihlerdeki avrupada hrıstiyanlık dininin yayılışındaki
ilginçlikler ve garip uygulamalar var.
düşünün ki isanın üzerinden 500 yıl geçmiş, harbiden boru bir süre değil 500 yıl bu.
ve avrupanın göbeğine ancak 500 yıl sonra kabul görmeye başlamış bu din.
yanlız burada ilginç olan durum şu : o dönemlerde avrupanın göbeğinde yaşayan insanlar
hala denizlerde koca kafalı metreler uzunluğundaki canavarlara,
insanüstü güçlere sahip ve bu canavarları tek kılıç darbesi ile dilimleyebilen
insanların yani kahramanların var olduğuna inanıyorlar.
birden fazla tanrıya tapış bu tarihte hala var.
hatta ingiltere, fransa, almanya gibi ülkelerdeki krallar Tanrı'dan sonra gelen
en yetkili kişiler olarak kabul görüyorlar.
halk fakirlik, sefalet ve cehalet içinde. yozlamışlık diz boyu, herkesin tek amacı var : para...
parayı yaşamın en önemli amacı olarak gören o insanları dinin önde gelenleri
kafa kesmece, cadılık, kafirlik gibi şeylerle el altında tutuyorlar.
yani o dönemin yazılı kaynaklarına bakınca o dönemdeki neredeyse tüm din adamlarının
inanılmaz servetleri ve toprakları olduğunu görüyoruz.
halkları kendi çıkarları için kullanan din adamları okuduklarımızdan ve izlediklerimizden
anladığımız kadarı ile herkesi kendilerine bir nevi köle etmişler.
ellerinde de insanları korkuttukları bir değnek olan "din" ile.
hayatlarında Tanrı, din gibi kavramların hiç olmadığı insanları bu olgularla el altına alıp
kendilerine neredeyse tapan toplumlar yaratmak mıydı acaba buradaki amaç?
bir ülkenin, tüm topraklarının, tüm evlerinin, tüm insanlarının ve hatta hayvanlarının sahibi
bile olan "krala" karşı yaratılmış ve kullanılmış bir güç müydü acaba?
düşünün ki milattan sonra 1.600'lü yıllara kadar avrupada incil sadece kilisenin elinde olan
ve halka sadece papazların okuduğu, evinde incili olanların kafirlikle
suçlanıp kafalarının kesildiği bir dönemden bahsediyorum.
dilediğiniz söylemi dilediğiniz gibi okuyup yorumlayabileceğiniz
ve bunun karşısında dünyevi olarak akıl almaz servetler kazanabileceğiniz yerde
isanın en yalın haliyle anlattığı şeyleri kral ve şürekası başka amaçlar için kullanmış olamaz mı?
tabi ki olabilir dediğimizde ise bu sefer yeni bir soru çıkıyor karşımıza ;
acaba o dönemde kilisenin elinde bulunan "incil" çıkar amaçlarından dolayı
daha sonraki yüzyıllarda halkın kendi kendine okuması izni çıktığında
diledikleri gibi değiştirmiş olamazlar mı.?
düşünün ki elinizde bir kitap var ve insanlar bu kitaba tapıyorlar. ve kitap sadece sizin elinizde
yani insanlar siz o kitaptan ne okursanız ona inanıyor. hatta o dönemin insanları incili okuyamasın diye
kilisenin elindeki incil latince yazılmış. isanın ortadoğuda doğduğunu ve aramice konuştuğunu
bilen insanlar olarak o dönemde kitabın neden latinceye çevrilmiş olduğu düşüncesi beni rahatsız ediyor.
tabi ki bu sadece incil için geçerli değil. diğer tüm kitaplarda aynı kendi çıkarları için kullanılmış olabilir.
bir şeye körü körüne bağlanmadan önce onu araştıralım. ezbercilik bence işin en kolayı.
önemli olan bize dayatılmaya çalışılan şey her ne ise onu önce kendi bilincimizle tartıya koyabilemektir.
bu din için de böyledir, bence böyle olmalıdır.
Tanrı inancı ile dinsel inancın bugünkü dünyada ve insanlığın son 20 yıldır girmiş olduğu yeni süreçte
birbirinden giderek koptuğu bu dönemde insanlığın en çok öne çıkan yönü "mantık süzgeci" oldu.
küçüklüğümüzden beri bize anlatılanların ne kadarı gerçekten bizim şu anki bilincimize uygun?...