15 Nisan 2010 Perşembe

Benden İçeri Olan Ben Kim?...

hani çok ünlü bir sözü vardır ya Mevlana'nın ;
- bir ben var benden içeri...
kişisel gelişim sürecime belki de birçok insan gibi bir Mevlana kitabı okuyarak başlamıştım.
bu cümle aklıma takılmıştı ancak o dönemler sanki iki kitap okuyunca
birden etrafımda melekler uçuşacak, nurlar yağacak sandığım için
pek üzerinde durmamıştım.
gel zaman git zaman gördüm ki ne melekler görünüyor gözümeee ne de nurlar yağıyor başımdan aşağıya.
spirituel yolculuklar önce dışa bağlı başlar ve her anında bir heyecan vardır
ancak zaman geçtikçe asıl gelişimin dışa değil içe bağlı olduğunu kavradım.
gün geldi olduğum yerde otururken ;
-"oğlum ne salaksın yaaa olay dışında değil ki içinde, sen önce bunu keşfet"dedim...
ve içeri yönelme başladı.
dışa dönük yaşam gözle görülen elle tutulan, tadılan bir hayat
kötü mü? yooo kesinlikle değil. sadece madde bağımlısı o kadar
ve tabi ki sınırlı zira gözün gördüğü kulağın duyduğu yere kadardır dışa dönük yaşam
ancak içe dönük yaşam öyle değil.
dipsiz bir kuyu
sonsuz bir yolculuk
uçsuz bucaksız aklın anlamakta zorlandığı sınırsız bir döngü
bu döngü içindeki "ben"i keşfetmeye başladığımda
anladım ki eğer bir savaş verilecekse bu dış ile değil iç ile olmalı.
içe dönük düşünüp yaşamaya başladıktan sonra ise işte bir ben var benden içeri lafı beni
gün geçtikçe içine çekmeye başladı.
zaten bir ben varsam içimde başka biri daha mı var gibi bugün komik sayılabilecek bir soru ile başlayan
içsel yolculuğumda kendimle ilgili bulduğum her cevap sonrasında
kendimi keşfetmenin, tanımanın keyfini yaşıyorum.
büyük bir çoğunluğumuz ne olduğumuzu, kendimize izin verdiğimiz takdirde
ne kadar derin düşünüp ne kadar derinlere dalabileceğimizi bilmiyoruz.
ama buna bir başladığımızda yani kendimizi tanımaya başladığımızda
içimizde aslında gerçekten dipsiz bir kuyu olduğunu gördüm.
hani matrix'e morpheous ne diyordu?
- alice'in tavşan deliğinin dibine ne kadar ineceğine kararı sen vereceksin.
çoğumuz bu yolculuktan korkuyoruz zira neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.
insan büyütülüş tarzı itibarı ile bilmediği şeyden korkar
ama bu yolculukta korkulacak birşey yok
çünkü keşfettiğiniz şey kendinizin ta kendisi.
işe önce egolarınızla, kopamadıklarınızla başlayın.
size göre kötü, yanlış olan tüm özelliklerinizi ve isteklerinizi bir kağıda yazın.
dürüst olun kendinize karşı ve hepsini yazın
merak etmeyin katil bile olsanız kendiniz hakkında kötü yada yanlış 1 sayfadan fazlasını yazamazsınız
çünkü insan doğası itibarı ile iyi ve doğrularınız her zaman kötü ve yanlışlarınızdan fazladır.
kötü ve yanlışlarınızı bir kağıda yazdıktan sonra
hepsini teker teker ve derince düşünüp kendinize şu soruyu sorun;
-acaba ne zaman bu kötü/yanlış şeyi hayatıma kattım?...
düşünün bulacaksınız
bulduğunuzda ise göreceksiniz ki
çok büyük ihtimalle başka biri tarafından güven yada sevgi beklediğinizde bunu alamamışsınız ve sonrasında
bu kötü ve/veya yanışı hayatınıza kendinizi korumak için katmışınız.
kağıttaki her kötü/yanlışınızın hangi olaydan sonra sizin bir parçanız olduğunu bulun.
dediğim bu şeyi 3 günde yapamazsınız o yüzden aaaa ben yaptım bitti amma da kolaymış diyerek
kendinizi kandırmayın
bu işin zamanı olmaz. bir şey için hedef koymak içsel değil dışsaldır.
insan kişisel gelişimimi şu kadar sürede tamamlayacağım diye bir hedef koyamaz
çünkü içinde olanların ne kadar derin olduğunu bilmez.
o yüzden kendinize bu konuda hedef koymayın.
düşünün ve içinizdeki "ben"i harekete geçirin.
lütfen korkmayın
korkmayın
korkmayın
siz korkmadıkça ve eşeledikçe
bir süre sizi sıkacak ancak sonrasında sizi çok rahatlatacak bir döneme başlayacaksınız
nefes alışınız, aldığınız nefesin derinliği nile değişecek.
bunun düz bir çizgi üzerinde ilerleyen bir yol olduğunu değil
bir başlangıç noktasından kendine geri dönen bir daire olduğunu da unutmayın
yani kendinizi ne kadar keşfederseniz keşfedin
ne kadar tanırsanız tanıyın
yine döneceğiniz yer kendiniz olacaksınız.
yolculuğu eziyet olarak görmeyin.
keyfini çıkarın...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Bu sadece küçük bir yolculuk...

durmadan ileriye dönük yaşıyoruz.
nedendir anlamıyorum ama hepimiz sanki bir çizgi üzerinde
hep ileri gitmeye programlanmış gibiyiz.
ileri gitmek, ierlemek güzel bir şey
ancak önemli olan düz bir çizgi üzerinde ileriye gitmek midir?
evrende aynı çizgi üzerinde olan hiçbir olaydan
etkilenmeden çizgi üzerindeki gidişatına devam eden tek bir kavram vardır ;
ZAMAN...
evet zaman olana bitene bakmadan sadece (bizim algımız dahilinde) değişmeden,
dönmeden, dolaşmadan hep aynı hatta ilerliyor.
zamanı anlamak ve kendimizi ona uydurmak için o kadar düşünmeden yaşıyoruz ki
bazen empati yapıp kendimi zamanın yerine koyduğumda
insanlara gülesim geliyor.
zira zaman evrende güneşten bile önce yaratılmış bir kavram.
yani önce Yaradan sonra Zaman ve sonra Güneş yaratılmış.
tüm ezoterik inisiye dinsel ve tinsel bilgileri araştırırsanız oluşum sırasının böyle olduğunu görebilirsiniz.
bizler "insan" olarak yaratılanlar listesinde son sıradayız.
çiçek, börtü-böcek, hayvanlar bile bizden önce yaratılmış.
ama insandaki "kibir" öylesine büyük ki
listenin en sonunda yaratılmış olmasına rağmen kendini hep
listenin üstünde hatta kendini listenin toplamından bile büyük görebiliyor.
hal böyle olunca da O'nun yarattığı bir yaratık olarak O'nun ilk yarattığı ZAMAN'ı bile
sahiplenmeye çalışıyoruz, sahiplendiğimizi zannediyoruz.
kendinizi deniz kenarında düşünün,
dalganın olmadığı sadece hafif bir meltemin yarattığı dalgacıkların olduğu bir deniz kenarında.
ve kağıttan yaptığınız küçük bir gemiyi suya bırakın,
meltemin yarattığı dalgacıklar o kağıttan gemiyi sağa sola doğru
devamlı hareket ettirecektir.
işte o deniz evren, dalgacıklar zaman ve kağıt gemide biziz...
ne yaparsak yapalım kağıttan gemimiz sonunda batacaktır.
önemli olan bu yolculuğu ne kadar çok sürdürebilmemiz için kağıttan gemiyi yaparken
nelere dikkat etmemiz gerektiğidir.
insan ve onun hayatı güneş gibi zaman gibi Yaradan gibi kavramların yanında sadece küçücük bir yolculuk yapan kum tanesinden öteye gidemez.
hayatımıza düz bir çizgi üzerinde ilerleyen nefesler topluluğu olarak bakarsak
her daim bitmek tükenmek bilmeyen bir yarışın içinde oluruz.
ama herşeyin kendine dönen bir daire içinde olan biten olaylar silsilesi olarak bakabilirsek
işte bizi hayatımızın son nefesine kadar yoran o yarışın içinde olmayız.
böylece yarış sandığımız şeyi kazanabilmek için "olduğumuzdan farklı"
şekilde yaşama mecburiyetimiz olmaz.
amannn ben zaten olduğumdan farklı yaşamıyorum kiiiiii diyen olursa
bende ona güldürme beni derim zira hayatımızın bir çok anında kendimiz gibi değil
bizden istendiği gibi yaşıyoruz.
zaman bizi olduğumuz gibi kabul eden,
bizimle didişmeyen, bizden hiçbir çıkarı olmayan
ve bizden çok daha önce olan yaşayan bir varlıktır.
biz küstahlığımızı bir kenara bırakıp zamanın bizden üstün olduğunu,
yaşam amaçlarımızın farklı olduğunu anlayıp
zamana sahip olma ve onunla yarışmaya ihtiyacımız kalmaz.
ne zaman ki kendimizi olduğumuz gibi kabul edip bu yarıştan vazgeçeceğiz
işte o zaman şimdi para verip aldığımız anti-aging kremlerini bile unutabileceğiz.
çünkü bu yarış bizi insan olarak yıpratıyor, değiştiriyor,hırslandırıp farklılaştırıyor.
farklılaşmayan çünkü siz olduğunuz gibi güzelsiniz
tıpkı benim olduğum gibi...