5 Ekim 2011 Çarşamba

Harcıyoruz boşa...

kendini bildi bileli hep iyilik yaptı adam,
hiç sormadı ihtiyacı olana sen kimsin diye.
ona gelen ve yardım isteyen herkese tanımıyor olmasına rağmen
ölümüne dek yardım etti.
çevresi ona "hayırsever" lakabı takmıştı ama günü geldi o da öldü.
ölümden sonra yolculuğu başladı,
önce bir mekana aldılar onu ve beklettiler ortama alışsın diye
ve sonra da huzura çıkardılar.
çıktığı huzurda o, kendinden sorumlu meleği ve
sorgulamayı yapacak diğer melekler vardı ve sorular sorulmaya başlandı,
önce kolay soru soruldu;
- hayatın boyunca ne yaptın?
cevapladı sakince ;
- ben bıkmadan usanmadan insanlara yardım ettim, iyilik yaptım
zaten sanırım önünüzdeki dosyada bunlar yazıyordur.
meleklerden biri sordu ona ;
- peki yazman gereken bir kitap vardı, onu neden yazmadın?
bizimki şaşırdı ;
- aman efendim ne kitabı ne yazması? ben hiç anlamam ki o işlerden.
lafı diğer melek aldı ve sordu ;
- peki o halde çocuklar için bestelemen gereken şarkıya ne oldu?
bizimki yine şaşırdı ve kekeledi ;
- efendim hayatım boyunca toplasanız 5 kere şarkı söylemişimdir o da duşta,
ben ne anlarım müzikten, besteden!!!
başka bir melek konuştu ;
- ya sokak çocukları için kurman gereken vakıf ve alman gereken ödüle ne oldu?
bizimki tam yine aman efendim diyecekken durur, derin bir nefes alır ve ;
- anladım... der ve devam eder ;
sanırım benim tekrar geri gönderilmem lazım...
harcıyoruz bilmeden kendimizi,
çünkü bilmiyoruz tanımıyoruz kendimizi.
yok yok ben onu yapamam diyoruz ve kabulleniyoruz yapamayacağımızı
bir kağıt alın ve sol tarafına yapamadıklarınızı sağına ise yapabildiklerinizi yazın
sağ taraf solun yarısına bile yetişmez
zira böyle yetiştirildik hepimiz. kendi potansiyelimizi tanıma fırsatı verilmeden.
hep idefix gibi yapışmış kafamıza "ben bunu yapamam"...
ortaokul ve lise yıllarımda bir kez olsun matematik dersinden ikmalsiz geçemedim ben.
her yıl matematik dedinmi ikmale kalır,
yaz boyunca sıkıntı içinde ben ne bok yicem diye endişelenirdim.
neden mi her yıl ikmale kalıyordum?
sebebi basit> küçükken bir gün biri bana senin matematik kafan yok dedi.
bende bunu aldım ve ona göre yaşamaya başladım.
taa ki 30 yaşıma kadar.
otuzuma geldiğimde ise üzerinde çalıştığım bir konuyu çözmeye çalışırken
sayfalara bakınca kelimeler arasında bir matematik örüntüsü gördüm.
aklımdakini çözmeye çalıştığım konuya uyguladım. peki sonuç?
mükemmel çözüm. dedim ulan bunu gerçekten ben mi yaptım?
matematik örüntüsünü kafama kazıdıktan sonra anlamadığım konulara uygulamaya başladım.
peki sonuç? mükemmel. örüntü her konuya göre ufak tefek değişikliklerle
bir çok konuyu çözüyor ama 30 yıl "bende matematik kafası yok" diye yaşadık ya
bir türlü inanasım gelmiyor bulduğum şeye. o yüzden buldum bir prof ve ona gösterdim
küçük bir hata dışında harika bir şey dedi.
eee ne oldu matematikten anlamayan bana?
benim neyi bulduğum hiç önemli değil,
önemli olan bize negatif söylenen bir şeyi hayatımız boyunca sorgulamadan kabullenmiş olmamız.
örüntüyü gördükten sonra ilk işim yazı yazmak oldu
çünkü lisedeki edebiyat hocam daha ilk dersin sonunda bana ;
- sen boşuna yırtma kendini edebiyat için, senden şair, yazar yada edebiyatçı çıkmaz... demişti.
otuzundan sonra başladım yazmaya hem de ne yazmak
1 deneme romanı
1 hikaye kitabı
yüzlerce buradaki gibi küçük hikayecikler
ve yarısı biten yeni bir roman
haaa 8 yıl futbol yazarlığı da cabası.
eee ne oldu benden edebiyatçı çıkmaz lafına?
önemli olan başkalarının değil bizim kendimizi tanımamızdır.
yapmak isteyipte yapamayacağımız ne olabilir?
tek bir cevap : hiçbirşey...
lütfen kendinizdeki potansiyeli araştırın,
deneyin kendinizi "bunu yapamam" dediğiniz şeylerde.
göreceksiniz ki bir çoğunu becerebileceksiniz.
iyi yaptıklarımıza yapışıp aynı döngüde dönmek yerine
sonunda ne olacağını bilmediklerimizle kendimize yeni pencereler açabiliriz...

3 Ekim 2011 Pazartesi

Diziler...

yerli dizi seyretmem,
seyredene laf etmem
ama ben seyretmem.
kimisi 10 yılı geçmiş kimi daha az ama uzun yıllardır
takip ettiğim toplasan 10-12 amerikan dizisi var.
belki şimdi yazacağım ütopya gibi gelecek ama
test ettikten uzun uzadıya buraya yazacağıma emin olduktan sonra yazıyorum,
eğer amerikan dizilerini uzun süreli takip ederseniz
ileriki yıllarda nelerin trend olacağını yakalayabilirsiniz.
burada bahsettiğim "trend" modasal trendler değil
dünya ve özellikle insanın ileriki yıllardaki yaşamı ve tarzı ile ilgili trendlerdir bunlar.
amerika yaklaık 10 yıllık dilimler halinde yayınladığı dizilerde
önündeki 10 yada 20 yılda kendi ülkesinde görmek istediği insan profiini
bu diziler sayesinde alttan alttan bilinç altına yerleştirir.
son 10 yıldaki dizileri takip ettiğinizde göreceksiniz ki
önümüzdeki 10-20 yılda hepimiz çok farklı insanlar olacağız.
örneğin yaklaşık 6-7 yıldır uzun soluklu amerikan dizilerinde
ortaya pompalanan karakter tiplemesi şöyle ;
tekil, özgüveni fazlası ile yüksek, el becerisi çok fazla,
mantığıyla sorunları önüne koyup alternatifler yaratarak
geleceğini kendi şekillendiren kişiler...
amerikanın önümüzdeki 20 yıl için belirlediği insan tipi bu.
amerika bu tiplemeleri yaratıyor zira önce bu tiplemelere uygun
tüketim alanlarını belirliyor. ona hazırlık yapıyor. eksiklerini gideriyor
ve sonunda "yeni dünya insanı budur" oluyor.
1990'larda pompaladıkları ailesel içe dönüş projesi çok başarılı oldu.
ama başarılı olması için amerika ülkesinde tarihte görülmemiş
bir kriz bile yarattı. savaşlardan geri kalmadı.
ama şimdilerde tekillik pompalanıyor. ve buna uygun tüketim mecraları neredeyse oluştu bile.
örneğin sosyal paylaşım siteleri artık bugünün vazgeçilmezi oldu.
tekil olabilmek için önce insanın kendi muhasabesini yapması gerekir ki
bu geçen 10 yılda yok yoga yok spritualizm yok şu yok bu ile altımıza döşendi.
cep telefonlarımız 3g'sinden tut facebook meysbuk tek tuşla ulaşım sağlandı.
şimdilerde ise dizilerde yaratılan karakterlerin dünya üzerine yayılabilmesi için
filmleri de harekete geçirdiler. bakın son zamanlarda amerikan sineması
fantastik, fütüristik filmlerle dolu.
hepimizin bildiği bir şehir efsanesi vardır ;
amerikan hükümetleri kendilerine bağladıkları çok ünlü amerikan yönetmenlerine
hükümet içinde yazılan senaryolara göre filmler ve diziler yaptırır...
bu efsanenin gerçek olduğunu varsayar ve dizileri/filmleri bu gözle izlerseniz
ileride bizlerin nasıl tipler, ne biçim karakterler olacağını görebilirsiniz.
yaklaşık 10 yıl sonra tekilleşmiş ama kendini yanlız hissetmeyen,
mantık çerçevesinde doğru karar verebilen,
zorluklara karşı göğüs gerip onlarla savaşabilen
ve el becerisi çok yüksek tipler olacağız.
ya bunları şimdiden görüp kendinize bugünden yatırıp yapıp o günlere hazırlarsınız
ya da değişimin zorla değiştirdiklerinden olursunuz.
yazdıklarım doğru mu?
10 yıl sonra göreceğiz...