1 Nisan 2010 Perşembe

Evinizi Temiz Tutun...

evim benim mahrem alanım.
yani kendimle baş başa en çok vakit geçirdiğim mekan.
evdeyken ki düşüncelerim
duygularım
içsel çatışmalarım
hesaplaşmalarım
mutluluklarım
mutsuzluklarım
kısacası herşeyi herkes gibi evimde yaşıyorum.
evimize sadece "yaşam mekanı" olarak bakamayız
zira evler canlıdır
düşünsenize bir evin içinde yıllar boyunca onbinlerce duygu yaşıyoruz.
ne sanıyoruz? tüm o yaşanan duyguların artıkları evin içinde kalmıyor mu?
tabi ki kalıyor.
bu işte başrolu özellikle duvarlar oynuyor.
her evin duvarları her an bir şeyleri emiyor,
günlük havalandırmalarla bir kısmını atıyor ama yeterli mi?
hayır yetersiz.
boşandıktan sonra hala aileme ait olan
ve büyüdüğüm eve yerleştim tabiki içini günümüze uyarlayarak
bir akşam evde otururken yıllar boyu bu evin neler yaşadığını neler geçirdiğini düşündüm.
büyük mutluluklardan ölümlere kadar bir çok şey yaşamış evim.
ve sonunda kararımı verip her gün 10 dakika evimle ve özellikle duygu emici duvarlarla konuştum.
bunu yapabilmek için önce kendimi evin hareketsiz bir parçası olarak hayal ettim.
tabi ki he deyince olan bir şey değil
ama meditasyon gibi işlerle uğraşıyorsanız çok da zor değil.
ve her gün 10 dakika evin aynı noktasında oturarak evime ;
- "konuş benimle" dedim...
inanın evinize bu fırsatı verdiğinizde eviniz özellikle duvarlarınız
sanki çöl ortasında su bulmuş gibi
anlatmaya başlıyor.
bir kaç gün geçtikten sonra evin içindeki enerji akışının farklılaştığını hissettim
ve her gün yaptığım şeye devam ettim.
kısa bir süre sonra eve gelen bila istisna herkes kendini evimde çok rahat hissettiğini,
rahatça konuşup içindekileri paylaşabildiğini söyledi.
hala da söylüyorlar.
ben evimi, duvarlarımı temizledikçe
yani onlara konuşma fırsatı verdikçe evim gelen misafirleri farklı ağırlamaya başladı.
evinizi seviyorsanız evinizle konuşun
ona içinde emdiklerini dışarı çıkartma fırsatı verin.
göreceksiniz eviniz hem size hem gelen misafirlere
çok farklı davranmaya başlayacak...

29 Mart 2010 Pazartesi

Sarılmayı Biliyor muyuz?...

seviniriz sarılırız,
üzülürüz
görüşürüz
özleriz
sarılır da sarılırız.
peki sarılmanın nedenini ve/veya amacını hiç düşünür müyüz?
yoksa bunu da otomatik mi yaparız?
sarılmak içimizde hissettiğimiz bir duygunun paylaşılmasıdır,
öpmek gibi, dokunmak gibi
ama sarılmanın farklı bir özelliği vardır
sarılma anında insanların çok büyük bir yüzdesi akıllarından sarıldığı kişi ile ilgili bazı düşüncelere geçirir
mesela sarılan iki arkadaş ama karşı cins ise kadın muhakkak erkeğin sırtını "pışpışlayarak" sarılır.
neden?
çünkü pışpışlamak ailevi bir aksiyondur ve kadın böyle yaparak vücudun temas anında erkeğin başka bir şey düşünmesine engel olmaya çalışır.
bu arada ise erkek eğer karşısındaki ile aklında cinsel bir düşünce barındırmıyorsa sarılırken sadece omuzlarını karşısındakinin omuzlarına dokundurur ve vücudunu kadının vücudundan geri tutar
arkadaş olan zıt cins birilerini sarılırken görmek aslında gerçekten çok komik
biri anneanne rolünü pışpışla oynarken diğer vücudunu 70 derecelik bir açı ile sadece omuzdan temasla tutar.
o anın bir resmini çekerseniz duruşun ne kadar komik olduğunu görebilirsiniz.
sarılmanın amacı o an iki kişinin karşılıklı olarak hissettiği duyguyu/enerjiyi birbirine transfer etme istemesidir.
peki içimizdeki o duyguyu ve/veya enerjiyi tam olarak "gerçek" anlamda nasıl transfer edebiliriz?
biraz düşünürsek cevabı kolay ;
paylaşmak ve aktarmak istediğimiz o duygu/enerji neremizden gelir?
kalbimizden.
karşı tarafın ki neresinden gelir?
onun da kalbinden.
o halde sarılırken bir şeyleri aktarmak ve almak istiyorsanız
"doğru" sarılma şekli iki kalbin birbirine en yakın pozisyonu almasıdır.
yani neredeyse iki göğsün birbirine temas etmesidir.
ne yazık ki düşüncelerimizin kirliliği ve karşı tarafın ne düşüneceğinin
bizim hissimizden daha önemli olduğunu düşünmemiz ve bundan korkmamızdan ötürü
bunu olması gerektiği gibi yapamıyoruz.
doğada herşeyin bir halka/daire yani başlayan bir hereketin düz bir çizgi üzerinde değil de kendine dönen bir daire şeklinde hareketi sonuçlandırdığını biliyoruz.
o halde o an karşımızdakine bir duygu hissediyoruz yani olayın başlangıç anı oluşmuş,
bunu karşımızdakine aktarmak istiyoruz yani aksiyona hazılık anı oluşmuş,
şimdi ise daireyi başladığı yerde bitirmek
yani düşünceden aksiyona geçen bir anı tamamlamamız gerekiyor
işte bu oluşmuyor.
bu oluşmayınca da doğanın kuralı işlemiyor. yani başlayan bir hareket olması gerektiği gibi neticelenmiyor.
peki sonuç olmayınca ne oluyor?
aktarmak istediğini aktaramıyorsun, alman gerekeni alamıyorsun.
doğru sarılmak için kalbinizi karşınızdakinin kalbine yaklaştırın hatta bastırın.
boşverin karşınızdakinin "aaa şimdi yakına gelirse mememi hisseder" saçmalıklarını
o an düşünülmesi gereken hiç bir şey yoktur
o an başlatılan hareketi sonuçlandırmak vardır.
o an sadece paylaşmak vardır.
gerisi hikayedir.
sarıldığınızı iddia ediyorsanız bir de karşınızdakinin kalbine
kendi kalbinizi bastırın
o zaman göreceksiniz asıl aktarmanın gücünü...