2 Mart 2012 Cuma

Kıçına, Ayağına...

sabah kalkar işe gidersin
neredeyse tüm gün üstüne oturursun
yetmezmiş gibi akşam eve gelirsin
yatana kadar yine üstüne oturursun
uyurken aldığın desteği yazmıyorum bile.
kıçından bahsediyorum;
vücudun ikinci büyük hamalı olan kıçımızdan.
nedendir bilinmez belki de takılan isimlerdendir ama
kıçımıza hiç ilgi göstermeyiz.
gözünü seveni,
burnuna tapanı
hatta dişlerine tek tek isim vereni bile gördüm
ama kıçına gerekli değeri veren çok az.
kıçınızla konuşun,
ona tüm gün sizi çektiği için teşekkür edin.
ve tabi ki kesinlikle ona masaj yapın.
elinize biraz yağ alın ve kalçalarınızı ovun
ilk anda içiniz gıdıklanacak belki de huylanacaksınız
ama yapmaya devam edin
göreceksiniz ki bir kaç dakika sonra ovmayı bırakmış onu yoğurmaya başlamışınız.
adım gibi eminim yoğuracağınıza
zira hayatı boyunca gözden uzak kalmış kıçımıza birazcık ilgi gösterince
kıç coşuyor ve fazlasını istiyor.
yoğurun kalçalarınızı ama dediğim gibi ayalarınızı yağlayın ki canınız acımasın.
iki kalçaya da aynı özeni gösterin, aynı zamanı ayırın.
ve tabi bunları yaparken onlarla konuşmayı da unutmayın.
bunu bitirdikten sonra sıra asıl hammala gelecek : AYAKLARIMIZ...
tüm gün ya ayakkabı ya terlik ya da çorap içinde hapsolmuş yaşarlar
ama bir günde kalkıp "gık" bile demezler.
yürü dersin yürür
koş dersin koşar
dur dersin durur
zıpla dersin zıplar
ne dersek onu yapar
peki ya biz onlara ne yapıyoruz?
insanların büyük çoğunluğu ayaklarına dokunmayı boşverin
bakamazmış bile. ben demiyorum araştırmalar diyor.
nasıl bir iştir bu anlamak mümkün değil.
yıllarca her gün ne dersek onu yapan ayakçıklarımıza bakamıyoruz bile!!!
kalça yoğurmayı bitirince yine yağ ile başlayın ayaklarınıza masaj yapmaya
eliniz ayaklarınız üzerinde her dolaştığında ne kadar rahat edeceğinize inanamayacaksınız.
az biraz da baldırlarınızı da unutmayın lütfen.
kıçıma ve ayaklarıma fırsat bulduğum her an masaj yaparım,
masaj yapmakla da kalmam
onlara şükranlarımı bildiririm.
kıçımı, ayaklarımı seviyorum
ve biliyorum ki
onlarda beni seviyor.
kısacası win-win olayı.
eee daha güzeli var mı dünyada?...

27 Şubat 2012 Pazartesi

Yeni Anlamlar...

kelime anlamlarına kafayı 14-15 yaşlarında iken takmıştım.
o dönemlerde oynadığım oyun
kafama takılan bir kelimeyi başka bir kelime ile eşleştirmekti.
aradan geçen zaman zarfında bir kelimenin "dip anlamını" kavrayabilmek için
farklı yollar öğrendim, keşfettim. özellikle kelime içindeki sessiz harfleri tutup
seslileri atıp onların yerine farklı sesliler koyarak aynı anlama gelen
kelimeleri gruplandırmak benim için tam bir oyundu.
ancak zaman geçtikçe günlük dilde kullandığım
ve insan için çok önemli bazı kelimelerin aslında üstüne yüklenen
anlamlar kadar önemli olmadıklarını görmeye başladım.
bu görüş ilk başlarda beni korkutmuştu zira sandviç kelimesinin
içeriğini ne kadar değiştirirsen değiştir insanı sarsmıyor/korkutmuyor
ancak ne zaman ki kelimeler derinleşmeye başladı işte o zamanlar korkmaya başladım
zira üzerinde oyun oynadığım kelimeler vicdan gibi, umut gibi, birlik gibi
kelimeler olunca aslında kelimenin kendisinin o kelimeye
yüklenen anlam kadar önemli olmadığını gördüm.
korkuya alışmaya başladığımda ise bu tip günlük yaşamda çok yer kaplayan
kelimelerin aslında içlerinin çoğunlukla boş olduğunu
ve toplum tarafından sanal olarak doldurulmuş olduklarını gördüm.
ve tabi atılan her adım, derine her gidiş bende yeni kapılar açtı.
taa ki belirli bir süre öncesine kadar. ve bir süre önce
hayatımda büyük porsiyon yer kaplayan bu kelimelerin anlamlarını
yeniden yazmanın zamanı geldiğine inandım.
yukarıda örneğini verdiğim bazı kelimelerin kafamdaki
sözlük anlamlarını yeniden yazdım ve kafama artık yeni manalarını yerleştirdim.
bunu yaptığım anda ilk farkettiğim şey "farklılaşmışlık" oldu.
evet bir kelimenin anlamını yeniden yaratmak insanı bir tekilliğe
bir yanlızlığa götürüyor ve bu gidişler karşıdaki insanlar tarafından çoğunlukla
"ya sen çok zor birisin" şeklinde yorumlanıyor
ancak içi ağırlıktan hafifliğe geçmiş yeni kelimelerimin kendimle yaptığım
düşünsel çarpışmalarımda beni ne kadar farklı yerlere götürdüğünü anlatamam.
dünya değişiyor,
doğa değişiyor,
ağaçlar,
su,
insan
kısacası bu yerküre üzerinde var olan herşey değişiyor ama
kelimelerin anlamları, içlerinde barındırdıkları değişmiyor!!!
bana göre burada bir yanlış var.
herşeyin değiştiği bir hayatta kelimelerin anlamı nasıl olabilir de
yüz yıl öncesi ile aynı kalabilir?
işte o zaman insan anlıyor ki insanı gelişimden geri tutan şey
kelimelerin manalarını yenileştirmemek.
bu blogta daha önceki umut gibi içi dolu ama anlamı bomboş bazı kelimeler ile
ilgili yazılar yazmıştım. zaten yazdıktan sonra da yeni anlamlı umut kelimesini
önce kafama sonra da hayatıma yerleştirip o şekilde düşünmeye başlayınca
hafiflediğimi hissettim. hissediyorum hatta bunu görüyorum.
sizin için ok önem taşıyan 5 kelimeyi bir kağıda yazın,
sonra her bir kelimeye aynı süreyi ayırarak o kelimenin sizin için
ne anlam ifade ettiğini yazın. sonra arkanıza yaslanıp çocukluğunuza,
bu kelimeleri hayatınızda ilk kullanmaya başladığını anlara dönün.
göreceksiniz ki o günlerden bu günlere o kelimeler hiç anlam değiştirmemiş.
hayatınızı değiştirmek istiyorsanız önce kelimelerin anlamını değiştirin.
hemde en can alıcı kelimelerin. örnek mi?
vicdan
ahlak
birlik olmak
din
Allah
cesaret
kardeş
sevgi
bu listeye istediğiniz kelimeyi ekleyebilirsiniz.
bunu yapınca göreceksiniz ki sanki bu kelimelerin sizdeki
eski anlamları sanki bacağınızdan yapışmış sizi hep dibe doğru çekmek istiyorlar.
yenilenin, anlamları yenileyin. korkmayın bir şey olmuyor...