6 Nisan 2011 Çarşamba

Kır Kıçını...

bilindik bir gerçek var,
kişisel gelişim, kişinin kendine yatırım yapması ve benzeri tüm bu olgulara
insan ancak parası olunca başlayabiliyor.
zira para olmadığında öncelikleri farklı, yemek, okul, yakacak, yiyecek falan filan...
ama insanın cebindeki para artmaya başlayınca önce cahillikten sivilleşmeye doğru ilk adımı atıyor,
aldığı aile eğitimine bağlı olarak ya belirli bir süre kadın, kumar, gece hayatı ile bu geçişi yapıyor
ya da aile eğitimi kuvvetli ise bunları pas geçerek sivilleşmeye başlıyor.
ne demek sivilleşmek?
incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden ötürü kavga etmemek,
karşıdakini dinlemeye başlamak,
kısacası saygı duymayı öğrenmek demek.
bu bölgede kişiye göre değişen bir zaman süreci geçirip başka arayışlara başladığında ise
kişisel gelişimler ve kendine yatırım yapmalar başlıyor.
kendine yatırım ise ikinci bölge.
bu bölgede arayışlar en az birkaç yıl sürüyor.
dinden tutunda spiritualizmaya kadar büyük bir yelpaze bu bölge.
ve burada geçirdiği belirli bir süreden sonra olayları farklı algılamaya,
insanları farklı gözle görmeye
ve kendini farklı açılardan tanımaya başlıyor.
nihayetinde yeni bir bölgeye geçiyor.
çok yakın bir geçmişe kadar dünya insanlığının bu gelişimi
ve bölgeler arasındaki geçişleri kısa sürede becerebileceğine inanırdım
ancak geçenlerde düşünürken fazlasıyla iyimser biri olduğumu anladım
zira dünyanın sadece yaklaşık olarak %10'u en alt bölgeden diğer bölgelere
doğru geçişler yapmış, yapıyor.
bu oran yaklaşık 50 yıl önce %7-8 arasında imiş.
demek ki 50 yıldaki artış oranı %2-3 arasında.
dünyadaki doğum oranının büyük bir yüzdesi en alt bölgedeki
insanlara ait olduğundan yani bu bölgedeki insanın üreme hızı diğer bölgelerdekine göre
katbe kat fazla olduğundan zaman içindeki diğer bölgelere geçiş hızı çok düşük.
basit bir matematik hesabı yaptığımda ise "ben görürüm" dediğim iyimserliğimin
aslında benden çoook sonradakilerin bile göremeyebilme riski olduğunu anladım.
benim yaşadığım dönemde dünya insanının bunu başarabileceğine olan inancım da
böylelikle suya düşmüş oldu ve yeni bir karar verdim.
bildiklerimi, öğrendiklerimi, fikirlerimi bundan böyle ancak soranlara anlatacağım.
buradan yazmaya devam edeceğim ancak kendi bilgilerimi soran olmadıkça paylaşmayacağım
hedefim var amacım belli > kişisel gelişimim...
bundan böyle kırıcam kıçımı kendi hedefime bakacağım.
zaman, iyimserlikle birşeylerin olmasını bekleyerek boşa harcanabilecek kadar lüks değil.
ben artık kendi işime bakıyorum,
umarım herkes bir an önce kırar kıçını ve başka yerlerden birşeyler beklemek yerine
kendi hedefini koyup ona doğru yürür...

3 Nisan 2011 Pazar

Vücut nedir?...

vücudumuzun sadece bir aracı olduğunu hiç düşündünüz mü?
vücut ona ne dersen yapan bir bilgisayar gibi.
hani bazen bilgisayara içinde olmayan bir komut veririz
ve bir anda bilgisayar çöker işte vücutta buna benzer bir işletim sistemine sahip.
vücuda kalk dersin kalkar, yat dersin yatar,
kız dersin kızar, ye dersin yer,
oyna dersin oynar, koş dersin koşar.
yani vücut aslında sadece bir aracıdır.
ona ne denirse onu yapar.
peki vücuda bir şey yapmasını kim söyler? beyin tabiki.
çoğumuz hayata vücudumuz gözü ile bakarız
sanki sahip oymuş gibi yaşarız
ama asıl sahip aracıya emri verendir yani beyindir.
peki hükmü veren yani patron beyin kim için çalışır?
bizim için...
peki elimizde bize böylesine itaatkar iki hizmetçi varken
bizler neden hayata sadece bir aracının gözünden bakarız?
kolayı bu diye mi yoksa alışkanlıktan mı?
kendimizi bir üçgen gibi görürsek,
altta emirleri uygulayan vücut
üstünde amiri olan emir verici beyin
ve en üstte ise beyine vücudu yönetmesi için yol gösteren ruh.
yani demek ki asıl patron ruh.
peki bizler hayata üçgenin en alttaki halkasından değil de
en üstteki noktasından yani ruhtan bakabilsek
neler başarabileceğimizin farkında mıyız?...